Kesişen Zamanlar

Kesişen Zamanlar

İstanbul Modern , İkinci Kalıcı Kolleksiyon sergisi "Kesişen Zamanlar" İle Sanat Tarihsel Önerisini Sürdürüyor.

İstanbul Modern’in açılış etkinliği olarak hazırlanan "Gözlem-Yorum-Çeşitlilik" sergisinin üzerinden bir yıl geçti. Türk resminin yaklaşık 100 yıllık serüvenini, zamandizinsel bir akışın, grup hareketlerinin ve verili tarih bilgisinin dışında, birbiri ile ilişkili sekiz "tema-kavram" üzerinden okumaya çalışan sergi, Modern Türk Resmi’ni, var olan akrabalıklar, etkileşimler ve karşıtlıklar ışığında yeniden değerlendirmeye çalışıyordu. Sergi, Türk resminin genel eğilimlerine giriş yapmak ve birbirleriyle üretim tarihi ve duygulanım bağı olarak uyuşmayan yapıtlar arasındaki olası yakınlaşmaları seyre açıp, yeni bir dikkat alanı yaratmak istiyordu.

İstanbul Modern, ikinci kalıcı koleksiyon sergisi "Kesişen Zamanlar" ile bu sanattarihsel önerisini sürdürüyor. Yeni alımlarla bünyeye katılan her yapıt, yeni tema önerilerinin zenginleşmesi ve alternatif sanat tarihi okumaları için yeni bir adım oluşturuyor. Bunu, modern imgenin seyrinin farklı önerilerle okunabileceğini ve sanat tarihi yazımının kalıplaşmış yöntemlerin ötesine çıkması gerektiğini gösteren bir işaret olarak görmek gerekir. Anlamla biçimin, gösterenle gösterilenin kaynaşması ile kurulan imge, şüphesiz her türlü okumaya açıktır ve imgelerin zamanı nasıl böldüğünü merak eden "izleyicinin" bu bağları birbirlerine değdirmekten başka seçeneği yoktur.

Küratörler
Haşim Nur Gürel - Ali Akay - Levent Çalıkoğlu

MANZARA - DOĞA
Batı resim sanatının temel konularından biri olan manzara, ilk günden itibaren Türk resminin de ana dinamiklerinden birini oluşturmuştur. Toplumsal ve dinsel nedenlerden dolayı insan bedenine belirli bir mesafeyle yaklaşan ressamlar, 1850’lerin ortalarından başlayarak sınırlı bir doğa parçası aracılığıyla duygularını ifade etme yollarına girişirler. Bu yapıtları dikkatle incelediğimizde, modernleşme sürecine katkı yapan pek çok sanatçının manzara resmine ilgi ve merak duyduğunu görebiliriz. Bu resimler genel olarak iki yönelim sergiler: İlk eğilim, ressamların, yaşadıkları coğrafyayı belirli bir uzaklıktan veya bir tepe üzerinden incelemeleriyle oluşur, ikincisi ise sanatçıların saf, el değmemiş, hayali bir doğa yarattıklarını gösterir. Kimi durumda estetik kaygılar resmin konusunun önüne geçer, ressam manzara üzerinden dönemin toplumsal ve kültürel ortamına işaret eder. Genellikle insan figüründen arındırılan bu resimler, sanatçıların hayran oldukları doğal güzellikleri tespit etme, kayda geçirme amaçlarıyla da örtüşür. Sonuçta resim, doğaya duyulan hayranlığın canlı bir tanığına dönüşür.

KENT - SOSYAL HAYAT
Yaklaşık olarak 20. yüzyılın başından günümüze kenti konu alan resimler, gündelik hayatın, çelişkileriyle ele alındığı bir tutanak oluşturur. Sanatçı, içinde yaşadığı şehri bir gezgin gibi arşınlayarak zamanının gözlemcisi rolüne bürünür. Sokak aralarında dolaşır, kuyrukta bekleyen insanları gözlemler, duvarlara yazılmış sloganları okur, balık tezgâhlarındaki renkliliğe hayran kalır. Bir diğer deyişle ressam, modernliğin kentteki yansımalarının izini sürer. Kıyıda köşede kalmış yaşamları konu edinir, kentin görülmeyen hayali kahramanlarını öne çıkarır. Kalabalıkların sıkıntılarıyla ilgilenir, onları tecrit eden işaretleri ve barikatları görünür kılar. Sadece sokak aralarında olan biteni değil, birlikte oluşturduğumuz kamusal alanın kurallarını da duyumsatır bu resimler. Ressam, kentin tekinsizliğine, saldırganlığına, bürokrasisine, devinimine şahit olur ve izleyicisini içinde yaşadığı hayata davet eder.

SOYUT - GEOMETRİK
Modernleşme sürecinin en önemli halkalarından biri olan soyut sanat, Türk resminde genel olarak iki ana eğilim sergiler. II. Dünya Savaşı sonrasında gelişen düşünsel ve kültürel atmosferden beslenen soyut sanat fikri, farklı yönelimler sergileyerek bugüne kadar canlılığını korumuştur. Doğada rastlanan gerçek varlıkların betimlenmediği bu resim türünün ilkinde, matematiksel bir düzen fikri hâkimdir. İzlediğimiz resim öncelikle kendi değerlerine işaret eder: Sanatçı, resim sanatının temel elemanları olan çizgi ve renk üzerinden ideal bir kompozisyon oluşturur, formu geometrik bir tasarım olarak inşa eder. Tercih ettiği biçimler arasında hassas bir denge kuran sanatçı, tıpkı bir matematikçi gibi aklın dönüştürücü olanaklarına başvurur. Karmaşık dünya olaylarının ötesine işaret ederek ancak zihnimizle kavrayabileceğimiz bir gerçekliğe ulaşmaya çalışır. Bilimsel bir kesinlik değildir sanatçının aradığı, varlıkların ardındaki gize işaret etmek ister. Renk ve çizgide görülen bu arınmışlık, doğada var olan düzene bir katkı yapmayı amaçlamaktadır.

SOYUT - LİRİK
Anlık karar ve dönüşümlere dayanan bir yaratım süreciyle ilişkili olan lirik soyut eğilim ise, modernleşme sürecindeki Türk resminin bir diğer ana damarını oluşturur. Doğaya alternatif yeni bir düzen peşinde olan ressam için II. Dünya Savaşı’ndan sonra başlayan bu süreç, sanatçıların yeni bir "güzellik" keşfetme hayallerine işaret eder. Ressam, renklere yüklediğimiz anlamları özgürlüğüne kavuşturur, biçimler arasında armonik bir ilişki kurmak ister. Kimi zaman tekne, kuş, deniz, fırtına gibi görünümleri soyutlar, kimi zamanda tuval yüzeyinde yeni bir imge keşfetmeye girişir. Sanatçı, duygularıyla sezdiği ama asla emin olamadığı bir gerçekliğe çağırmaktadır izleyicisini. Fakat önemli olan şey, resim yapmaktır. Ressam, renk, biçim, jest ve ifadeyle sonuçlarını önceden kestiremediği bir oyun oynamaktadır. Yeri geldiğinde lirik bir coşkuyla resmin yüzeyine dokunur, kompozisyonun oluşum evresini adım adım izlememize yardımcı olur; yeri geldiğinde de kesik, aralıklı ve dinamik sürüşlerle resim yaparken resmini keşfeder. Yoğun duyguların yönlendirici olduğu bu tip bir resimde, rastlantı eseri keşfedilen değerler de resmin oluşumuna katkıda bulunur.

FİGÜR - İNSAN
İnsan bedenini resminin ana konusu olarak ele alan Osman Hamdi Bey’den bu yana Türk resminde figürün kendine özgü bir gelişimi söz konusudur. İnsan vücudunu gündelik uğraşları içerisinde betimleyen "1914 Kuşağı" ressamları, figür resminin yaygınlaşmasında ana rolü üstlenir. İzlenimci bir tavır eşliğinde figürü yaşayan bir varlık olarak gösteren bu bakışın ardından gelen "Müstakiller" insan bedenini resimsel bir elemana dönüştürler. Kübist-konstrüktivist ve hatta ekspresyonist bir üsluptan hareket eden "Müstakiller" insan bedenini parçalara bölünebilecek ve sonra tekrar kurgulanabilecek bir biçim olarak tarif ederler. "d Grubu" sanatçıları ise, bir adım daha ileriye giderek insan bedenini yalın, geometrik bir form olarak inşa ederler. İnsan vücudunun yeniden yaşayan bir bedene kavuşabilmesi ancak 1940 başlarında "Yeniler" Grubu hareketiyle gerçekleşir. 1950?1970 dönemindeki baskın soyut sanat anlayışından sonra bu sergide de yer alan, Ömer Kaleşi, Mehmet Güleryüz, Neş’e Erdok, Komet, Alaettin Aksoy, Utku Varlık, Burhan Uygur, Nevhiz Tanyeli gibi sanatçılarla birlikte insan bedeni, ruhsal ve eleştirel bir kimliğe bürünür. Bu bölüm, hem anlaşılır bir beden bilgisinden uzaklaşan hem de figürü bir imge ve hayal ürünü olarak görünür kılan sanatçıların çalışmalarından oluşuyor. Kimi örnek insan bedeninin tinsel dünyasına el atıyor kimi örnek ise onun acı ve ıstıraplarına işaret ediyor.

NATÜRMORT - DOĞA
Çiçek, meyve gibi doğal ve hareketsiz varlıkları betimleyen bir resim türü olan natürmort, aynı zamanda "ölü doğa" olarak da adlandırılır. Türk resminde ilk örnekleri 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren görülmeye başlanan bu tip resimlerin en belirgin özelliği, ressamın dünyayı gündelik yaşantının alelade varlıkları üzerinden tanımlamaya girişmesidir. Ressam kimi durumda meyveleri manav tezgâhlarından bizzat kendisi seçer, deste deste çiçekleri bağlamlarından kopararak sergiler, gözümüzü nesnelerin sıradan yüzey ve hacimlerinde dolaştırır. Toparladığı nesne ve canlıları karar verdiği bir kompozisyona dönüştüren bu bakış, ilk izlenimde öğretici değil göz kamaştırıcıdır. Önümüzde duran seçili imgeler, ressamın hükmedebildiği, kendi atölyesinde inşa ettiği bir düzenlemenin resmidir. Görünüşte kültürel ve politik izleğin dışında duran bu resimler, esasen belli bir zamanın ve ona bağlı estetik anlayışın dökümünü sunar. Doğa ile insanoğlunun ürettiği nesneleri buluşturan ressam, bizi çevremize bakmaktan haz duymaya davet eder.

İÇ MEKAN - DUVARLAR
Kültürlerin en önemli göstergelerinden biri olan duvarlar, aynı zamanda toplumsal hayatı temsil eden birer işarettir. Bu bölümde yer alan resimler, geçen yüzyıldan günümüze toplumsal bir kod olarak duvarları "konuşturan" sanatçıların yapıtlarını bir araya getirmektedir. Bir yaşam alanı olarak iç mekâna ve binaların dış yüzeylerine kazılı görsel bilgiyi önümüze getiren bu resimler, hem belgesel hem de otobiyografik niteliktedir. Kimi örnek ressamın yaşadığı atölyeyi görünür kılar, kimi çalışma ise kenti ayakta tutan duvarları anlatır. İç mekânı konu alan resimler izleyicisini sessizliğe davet ederken, kültürel yapıların mimari görünüşlerine işaret eden örnekler ise kalabalıkların gürültüsüne ortak eder. Odalardaki fısıltıları yutan ve kalabalıkların dilini anlamada aracılık görevi üstlenen duvarlar, üzerlerinde taşıdıkları işaretlerle bireylerin iç dünyaları ile ortak yaşam alanları arasındaki zıtlığı görünür kılar. Birey olarak ressam, içinde yaşadığı kültürel hayatı var eden sınırları anlatmaya çalışmaktadır.

OTOPORTRE - YÜZLEŞME
Ressamların temel konularından biri de kendi yüzleridir. Ayna karşısında yüzünün girinti çıkıntılarına, teninin geçirdiği dönüşüme, iç dünyasının karanlığına, kısacası gözlerinin içine bakan ressam, oto-portresi aracılığıyla bir konu olarak kendi çehresini görünür kılar. Gördüğü şey, sadece burun, ağız ve yanaklardan oluşan bir kafa değildir. İnsan olarak dünyada kapladığı yeri yorumlamak, hayatın yüzünde bıraktığı izleri kayda geçirmek ister. Yaptığı iş çoğunlukla başkalarını gözlemlemek olarak tarif edilen ressam artık kendisi ile baş başadır. Görmek ve göstermek istediği şekliyle kendi yüzünün suretini araştırır. Fotoğraf gibi sadece bir anı dondurmaz bu resimler. Geçmiş, şimdi ve geleceği içerisinde barındırır, ressamın dış ve iç dünyasını birleştirir. Kendisini yaşayan bir özne olarak görünür kılan Şeker Ahmet Paşa’nın oto-portresinden bugüne dek pek çok sanatçı kendi yüzünü resmetmiştir. Titiz bir işçilikle suratının tüm ayrıntısını görünür kılan çalışmalardan, yüzünün anlamını yorumlayan örneklere kadar bu resimler, esasen sanatçının yüzü aracılığıyla kendisi ile yüzleşme isteğinin izlerini taşır.

KADIN - KİMLİK
Türk resminde modernleşme sürecinin en ilginç öğelerinden biri de "kadın" imgesidir. Kadın bedeni ve onu kuşatan toplumsal, kültürel yaşam, Batılılaşma döneminden günümüze neredeyse tüm sanatçıların işlediği ortak konulardan birini oluşturur. Halil Paşa’nın 1896 tarihli Uzanan Kadın’ından, Arzu Başaran’ın 2002 tarihli İsimsiz kadın imgesine kadar, kadın bedeni ve yüzü farklı ifade tarzlarının ilgisini çekmiştir. İlk izlenimde bir güzellik fenomeni olarak işlenmesine karşılık kadın kimliğinin Türk resminde özel bir temsiliyet gücü bulunmaktadır. Batılılaşma sürecindeki oda içlerinin melankolik figürlerinden Cumhuriyet döneminin sosyal hayatına uyum sağlayan genç kız tiplemelerine kadar sanatçılar kadın kimliğine farklı anlamlar yüklemişlerdir. İster eş ve anne olarak ressamların portrelerine model olsun isterse de gündelik hayat içerisinde rol alan bir kahraman olarak gösterilsin, kadın bedeni, hep özel ve ayrıcalıklı bir tema olarak resmedilmiştir. Onu var eden koşullar, giyim tarzını ve bağlı olduğu ilişkileri görünür kılan özel durumlar, iç dünyasını ele veren manevi coşkular bu bölümde yer alan resimlerin işaret etmeye çalıştığı ortak başlıklardır.